“Ne içelim?” dedim. Sanki daha önce hiç bir şey içmemiş gibi
ilgiyle menüye bakmaya başlamadan önce.
Böyle anlarda “karar vemek”le, “izin vermek” arasında uzanıp
giden çizgi üzerinde yürümekte zorlanmışımdır hep.
Gereksiz zerafet
zarar verir.
Belki de oturur oturmaz; “ben kahve içeceğim arkadaş”
demeliydim.
“Yanında da cheesecake.”
“Sen de canın ne istiyorsa onu söyle.”
Eve döndükten sonra çok kötü geçti gecem.
Salak bir filme takıldım.
Bazen hiç beklenmedik bir anda, hiç beklenemedik salak bir
film çok dokunuyor bana.
Film Camus'u hatırlattı bana, özellikle Yabancı'yı. Feci
dokundu.
Zamanlama önemlidir.
Nesneler de öyle.
Hani zaman görecedir ya. Peki nesneler de öyle midir?
Biraz geç kalmışım ona dokunmaya, ama aynı zamanda biraz da aceleci davranmışım.
Onun fikriydi hepsi. Peki benim ki neydi?
Bir dolap değildi bana sorarsan o, bir battaniye değildi, bir tepsi hiç değil.
Ona göre geç olanla bana göre erken olanın arasından geçen nesneler görüyordum gecenin karanlığında.
Kütüphaneler mesela, kitaplardan başka şeyler taşırlar.
Battaniyeler düşünceleri sıcak tutarlar.
Nesnelerle kurduğum hastalıklı ilişki.
Nesnelerle konuşmak, onlara dokunmak, sarılmak hatta öpmek.
Nesnelerle, geçmişler, gelecekler, şimdiler arasındaki
boşluklar.
Tüyler ürpertici nesnel deneyimler.
Uyuyamadım saatlerce sonra
Ansızın Can Baba çıktı karşıma
İçime ferahlık verdi söylediği;
“Sakın bitti sanma her şeyi, Sevdiğin kadar sevileceksin.”
Ne kadar önemli olabilir ki insanın bir babasının olması.
Benim doğru düzgün bir tanem olmadı hiç.
Bu akşam Can Baba olsun benimki.
Onun sözleriyle uyuyayım.
"Sakın bitti sanma her şeyi,"
İçimden tekrarlıyordum sürekli kafamı yastığa bastırırken.
"Sevdiğin kadar ...."
Uyumuşum.
''Bütün hayatımı, en ince ayrıntılarına kadar düşünerek
hesapladığım iyiliklerin hayaliyle geçirdim albayım. Artık ne olacaksa olsun
istiyorum.''
Yorumlar