adalet dediğin hiçte o kadar adil değilmiş.

Size iki küçük hikaye anlatacağım;

Emekli Org. Hurşit Tolon, Ergenekon soruşturması kapsamında göz altına alınmış ve İstanbul Nöbetçi 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 6 Temmuz 2008 günü saat 02:00 sularında biten sorgulamanın ardından Hurşit Tolon'un tutuklanmasına karar vermişti. Bu kararın ardından Metris Cezaevine gönderilen Tolon, cezaevinde kaldığı süreçte çeşitli rahatsızlıkları nedeniyle hastaye kaldırılmıştı. 24 Eylül 2008`de Kocaeli Devlet Hastanesine kaldırılan Tolon'a buradaki doktolar yüksek tansiyon ve prostat` teşhisi koymuştu. Daha sonra avukatlarının talebi üzerine Tolon 24 Kasım`da Adli Kurumu`nda, 7 Aralık 2008`de de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi`nde kontrolden geçirildi. Ancak bu 3 muayeneden de tahliyesini gerektirecek bir rapor çıkmamıştı. Hatta kendisine `Aspirine bile ihtiyacı yok` raporu verilmişti. 23 Ocak 2009'da tekrar sağlık sorunları sebebiyle, bu sefer GATA'ya sevk edilen Tolon'un burada yapılan tetkikleri sonucunda vücudundaki su kaybının sebepleri araştırmak üzere 3 ay boyunca hastanede gözetim altında tutulması yönünde bir karar verilmişti. Tolon bu kararı takip eden süreyi hastanede geçirdiği sırada 6 Şubat 2009 tarhinde "yaş ve sağlık sorunları" sebebiyle 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tahliye edilmişti. GATA'nın verdiği rapora göre 7 aydır ceza evinde bulunan Tolon'un sağlık durumu bozulmuş ve hipertansiyon hiperlidemi ve aşırı kilo kaybı rahatsızlıkları ortaya çıkmıştı.


Bu tarihten sonra yurt dışına çıkma yasağı getirilen Tolon evinde istirahate çekilmiş ve tutuksuz yargılanmasına devam edilmişti. Ancak, "ağır" hasta olan Tolon, vefat eden devre arkadaşları emekli Tümgeneral Kadri Özer'in 23 Temmuz 2009 ve Kara Kuvvetleri eski komutanı Kemal Yamak'ın 28 Temmuz 2009 tarihli cenaze törenlerine Kocatepe Camii’nde katılmış, tören süresince ayakta durmuş ve hatta cenaze namazı bile kılmıştı. Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü'nün verilerine göre bu tarihlerde Ankara'da hava sıcaklığı gölgede 30 santigrat derecenin üzerindeydi ve hipertansiyon, aşırı su ve kilo kaybı rahatsızlıkları bulunan Tolon bu koşullarda saatlerce ayakta durabilecek kadar sağlıklıydı.

İkinci hikayem ise tamen farklı. 1995 yılında yasadışı örgüt üyesi olmak ve eylemlere katılmak gerekçesiyle Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 34 yıl hapis cezasına çarptırılan Güler Zere bir süre Malatya Cezaevi'nde yattı, daha sonra Elbistan Cezaevi'ne, buradan da Adana'nın Karataş ilçesinde bulunan cezaevine sevkedildi. Cezaevindeki 14. yılında damak kanserine yakalandı. Damağının yarısı kulağına kadar alınan 37 yaşındaki Zere cezaevi koşullarında hastalığıyla mücadele ediyor.

Zere için bugüne kadar birbirinden farklı beş sağlık kuruluşu rapor hazırladı. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı “Boynundaki tümör nedeniyle yeniden ameliyat olması ve radyoterapi alması gerekir” dedi. Adana Tabip Odası raporunda “Tam iyileşme şansının çok düşük olduğu, hastanın bulunduğu ortamın hastalığın tedavisini ileri derecede zorlaştırdığı kanaatine varılmıştır” dedi. Ç.Ü. Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı raporu “Şahsın bir başkasının bakım ve gözetimine muhtaç olduğu, cezaevi koşullarında bakım ve tedavinin sağlıklı olarak yerine getirilmesinin mümkün olmayacağı, iyileşinceye kadar hapis cezasının infazının ertelenmesinin uygun olacağını” söyledi. İstanbul Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesi ise, mahkûm Güler Zere için “İleri düzeyde kanser hastası ama hastane koğuşunda kalabilir” raporu verdi. "Tartışmalı" Adli Tıp Kurumunun bu raporu üzerine ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül kendi yetkisi dahilinde olan tahliye kararını Zere'ye çok görüp onun ölümüne seyirci kalmayı tercih etti.


Güler ölüyor. Muhtemelen hastalığı bu aşamadan sonra tahliye edilse de tedavi edilemeyecek. Güler, Çukurova Üniversitesi Balcalı Araştırma Hastanesi morgunun yanındaki küçük bir odada tek başına ölüyor. Yakınları onunla haftada bir defa 15 dakika süreyle görüşebiliyor. Babası Haydar Zere kendisiyle görüşebilmek için önce Adana Savcılığı'ndan izin almalı, izin belgesi yetmiyor tabi bir de doktorundan izin almalı bu nedenle önce hastanenin adli vaka servisine, sonra yazı işlerine sonra doktorunu bulabilirse doktoru imzalatmalı izin belgesini bütün imzalar tamsa gardiyanların nezaretinde on beş dakika görüşme yapılabiliyor. Avukatı da aynı işlemlerle kendisiyle görüşebiliyor. Babası adli koğuşun az ötesinde geceli gündüzlü kızını bekliyor ve çıkıncaya kadar buradayım diyor.



Hurşit'ine böyle davranan adalet, Güler'ini neden tek başına ölmeye mahkum ediyor?
Hurşit'ini kollayan GATA, Güler'ini neden muayne etmiyor.
Hurşit insan da Güler değil mi?
Birşey yapmanızı rica ediyorum.
Eğer yüreğiniz yeterse önce Hurşit'in gözlerinin içine bakın fotograftan da olsa.
Sonra da Güler'inkine bakmaya çalışın.
Ben Güler'in içleri gülen gözlerine bakamıyorum.
Sanırım adalette bakamıyordur.
Ama doğru onun gözleri zaten bağlı değilmiydi...
Peki ya sizin?

Yorumlar