tarih ve tekerrür



zor günlerden sonra Akdeniz sularında geçen 2 hafta sanırım hak edilmiş bir keyifti benim için. ancak sahilde hatim edilen gazeteler ve karşılaşılan manzara ne benim ne de bu ülkenin insanı için hak edilmiş olamazdı. yazgısı bir türlü değişmeyen bu ülke için günü anlamaya faydalı 2 sene önce yazılmış bir feveranla tatil dönüşü açılışı yapalım dedim.
ne güzel demiş Goethe; "geçmişi anlamayanlar, onu yeniden yaşamaya mahkum olurlar."
08.06.2007
KORKUNÇ!



TSK iki ayda ikinci bir e-bildiri ile yine siyaset sahnesinin odağına oturdu. Sanırım, yeni Genelkurmay Başkanı'yla birlikte çizgisindeki radikal değişikliği kolaylıkla görebileceğimiz TSK daha uzun yıllar siyaset sahnesindeki "aktif" rolünü bırakmaya yanaşmayacak ve bir önceki Genelkurmay Başkanının görece demokratik tutumunu mumla aramaya devam edeceğiz.



Henüz göreve gelmeden önce yaptığı açıklama ile geleceğe dair sinyalleri vermeye başlamıştı Büyükanıt Paşa. Şemdinli'de, Umut Kitapevi'nin karanlık güçler tarafından bombalanması ve Şemdinli halkının bombacıyı yakalaması, hiç hesapta olmayan bir tablo çıkarmıştı birilerinin karşısına. Bombacılar, TSK mensubu astsubaylardı ve arabalarının içinde otomatik silahlar ve bombalar bulunmuştu. Müstakbel Genelkurmay Başkanımız ise, o günlerde, bombacıları iyi tanıdığını, böyle bir şey yapmayacak "iyi çocuklar" olduklarını duyuruyordu Türkiye halkına. Davayla ilgili görevini yapan savcının iddianamesi mahkeme tarafından kabul edildi ve astsubaylar 39 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. İşledikleri suç terör suçları kapsamında işlem gördü. Sonrasında her şey bir anda tepekatlak oldu. İddianameyi hazırlayan Cumhuriyet Savcısının görevine son verildi. Mahkeme kararları temyiz edildi ve terör suçları kapsamından çıkarıldı. Mahkeme aldığı inanılmaz kararda, Silahlı Kuvvetler mensuplarının terör suçu işleyebileceğini düşünmenin dahi akıl almaz bir densizlik olduğunu ve böyle bir şeyin asla söz konusu olamayacağını açıkladı. Bizlerde, tüm Türkiye halkı olarak herhangi bir askerin suç işleme olasılığını aklımızın köşesinden bile geçirmememiz gerektiğini hatırlamış olduk. Fakat bu uyarının hatırladığımız başka şeyleri bize unutturmaya yeteceğinden emin değilim. Örneğin, 12 Eylül sonrasında Diyarbakır Askeri Cezaevinde tutulan işkence günlüklerini unutabilmemiz için belki bize de elektrik vermeleri gerekecektir.

Yeni Genelkurmay başkanının övgüye değer faaliyetlerini ilk olarak Nisan 2007 sayısında Nokta dergisi, TSK'nın gizli "andıç"ını yayınlayarak duyurdu. Bu andıçta, TSK'nın Türkiye basını hakkındaki "fikir"lerini gördük hep birlikte. Bunlar öyle fikirlerdi ki, bazı önemli bilim insanları, bazı önemli gazeteciler, ana akım medyadan bile bazı önemli gazete ve tv kanalları sakıncalı ilan ediliyor ve haklarında en keskin hükümler veriliyordu. Haber alma, haber verme, haber kaynağını gizlemeden tutun da düşünce özgürlüğüne kadar gidecek bir dizi demokratik hakkı bu "andıç"ın ruhu ayaklar altına alıyordu. Keşke bununla kalsaydı. Ardından jandarma zoruyla Nokta dergisini işgal eden, yetkililerini göz altına alan ve gazeteciliğin evrensel değerlerinin hemen hepsini çiğneyen Silahlı Kuvvetler, aba altından silah gösterdiği için midir bilinmez bu demokrasi katliamı Türkiye basınında kendine anlamı bir yer bulamadı. Nasıl bulabilirdi ki zaten. Bugün Nokta'nın başına gelenlerin yarın onların başına gelmeyeceğinin garantisini kim verebilirdi.

Jandarma baskınından bir gün önce çok sevgili Genelkurmay Başkanımız bir basın toplantısı düzenledi. Bu toplantı dünyanın her yerinden gelen büyük tepkilerin gölgesinde düzenlenmişti. Fakat Paşanın duruşu bir taraftan uluslararası kamuoyuna biz dimdik ayaktayız ve rejimimizin bekçisiyiz mesajı verirken diğer taraftan tüm dünya tarafından Türkiye'nin demokratikleşme yalanının ortaya çıktığı gün olarak tarihe geçirildi. Bununla da kalmadı, Genelkurmay başkanı 12 Nisan tarihli basın toplantısında Şemdinli olayının TSK'ya yapılmış bir saldırı olduğunu belirterek "dünyada örneği olmayan bir hukuk cinayeti işlenmiştir" ifadelerini kullandı. Halen Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 2007/2839 esas sayılı dosyasıyla hukuki takibi devam eden bir davayla ilgili böyle bir ifade kullanmak TCK'nın 288. maddesine göre anayasal bir suçtur. Bu maddeye göre "bir olayla ilgili başlatılan soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar savcı, hakim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi cezalandırılır". Paşamızın sözleri, mevkii ve kişiliği göz önünde bulundurulduğunda bu suçu işlediği açıktır. Nitekim, Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu tarafından, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmuştur. Ancak Şemdinli savcısının görevine son veren ve mahkeme kararlarını bozan karanlık güçlerin bu duyuru karşısında takınacakları tavır sürpriz olmayacaktır.

Ardından çıkartılan Cumhurbaşkanlığı krizinde TSK siyasete en radikal biçimde yine dahil olmuş ve demokrasinize bir "balans ayarı" daha çekmiştir. Milliyetçi faşist reflekslerin tetiklendiği büyük mitinglerin organizasyonunda emekli paşaları tarafından yönetilen ADK gibi sivil toplum örgütlerini kullanan silahlı kuvvetler, gölge oyunları tarihine altın bir sayfa daha eklemiştir. Toplumu biz ve diğerleri ekseninde bölen bu organize kitle hareketleri, ilerleyen günlerde tarafların radikalleşmesini, Malatya'da boğaz kesmeyi, Yozgat'ta ev kundaklamayı, Ankara'da çarşıda bomba patlatmayı beraberinde getiren tepki ve karşı tepkileri doğurmuştur. Hükümetin açık muhalefetine karşı Güneydoğuya askeri yığınak yapan ve sınır ötesi operasyon sinyalleri veren TSK, sonunda 7 Haziran itibariyle bölgede gayrı resmi olağanüstü hali ilan etmiş, uçuşa yasak bir hat oluşturduğunu açıklamıştır. Bu karar bir nevi iç savaş ilanı olarak nitelendirilebilir. Cumhuriyet tarihi boyunca 25 kere denenen şiddet kullanarak çözüm yoluna 26. sefer de kimseden izin almadan başvurmaya karar vermiş gibi gözükmektedir silahlı kuvvetlerimiz. Bizim ödediğimiz vergilerle, her şeyden önemlisi bizim kardeşlerimizin kanlarıyla finanse edilen, hiçbir şeyi çözmeyeceği hepimizce bilinen bu harekatları sürdürme iradesini hangi demokratik teamüle dayandırarak kullandığını sormayacak mıyız hiçbirimiz saygıdeğer ordumuza.

8 Haziran itibariyle Genelkurmay Başkanlığı sitesinden yapılan yeni açıklamada, Paşamızın müneccimliğine atfen 1. maddede şu ifadelere yer veriliyor; "1. Sayın Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar BÜYÜKANIT, 12 Nisan 2007 tarihinde yapmış olduğu basın toplantısında, terörün Mayıs 2007 tarihinden itibaren tırmanacağını, kamuoyuna açık bir şekilde açıklamıştır. Son günlerde ortaya çıkan terör olayları, bu açıklamaların gerçekçi olduğunu göstermiştir." Sayın Paşamızı bu engin vizyonu sebebiyle kutluyor ve şunu soruyorum, başlayacağını en başından bildiğiniz bu tırmanışa neden engel olmadınız. Ayrıca belirtmek gerekir ki yukarıda anlatılan anti-demokratik uygulamaların toplumsal rahatsızlıkları derinleştireceği, yaz mevsimin gelmesinin bölgedeki yasa dışı faaliyetleri arttıracağı zaten malumun ilanıdır. Bu noktada Paşanın söz konusu öngörüsünde bulunmak için Paşa olmak gerekmediğini söyleyebiliriz. "Terörist" kuvvetlere karşı operasyonel üstünlüğünden şüphe etmediğimiz silahlı kuvvetlerimiz neden bu tırmanışa engel olamamıştır. Yoksa "terör"le ya da daha doğru bir söyleyişle toplumsal rahatsızlıklarla mücadele etmenin yolu kuvvet kullanmak değilmidir. Bu sorunun çözümü, bildirinin 2. maddesinde; " 2. Bu terör eylemleri, aynı zamanda bölücü ve ırkçı terör örgütünün gerçek niyetlerini de çok açık bir şekilde ortaya koymuştur." görüşünde belirttiği gibi "terör örgütünün gerçek niyetlerini" TSK'nın tespitinden başka bir noktada aramayı gerektirmiyor mu. Farklılıkları sisteme dahil etmek, onları dışlayıp radikalleştirmemek daha etkili bir çözüm olmaz mıydı. Temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi ve genişletilmesi, bildirinin 3. maddesinde ifade edilen;" 3. Her fırsatta, yurt içinde ve yurt dışında barış, özgürlük ve demokrasi gibi insanlığın yüksek değerlerini, terör örgütüne paravan olarak kullanan kişi ve kuruluşların, bu olayların gerçek yüzlerini görme zamanı artık gelmiştir." şeklindeki paranoyakça yaklaşımdan başka bir yaklaşım geliştirme gerekliliğine işaret etmiyor mu.

Bildirinin 4, 5 ve 6. maddelerinde TSK'nın sarsılmaz iradesi vurgulanırken, şer ekseni tamamen belirsiz bir şekilde yeniden tanımlanmakta, dolaylı ve doğrudan destek verenler ifadesiyle hemen herkes hedef gösterilmektedir. Bu maddelerde muğlaklaştırılan güvenlik tehdidinin altı ihtiyaca binaen ileride birilerinin keyfince doldurulacaktır. Zaten güvenlik ve tehdit fenomenlerini bu denli kullanışlı yapan da bu belirsizlik ve keyfe kederlik değil midir.

"4. Türkiye Cumhuriyeti, ulusal ve üniter yapısının, çağ dışı bir yapı olduğunu düşünen bir yaklaşım ile karşı karşıyadır.Ulusumuzun bu tehlikeli yaklaşımı fark etmek zorunluluğu vardır ve olmalıdır. 5. Ortaya çıkan ve giderek artan terör eylemlerinin, bu tür düşüncelerin ve bunları dolaylı ve doğrudan destekleyenlerin çarpık düşüncelerini çok açık bir göstergesi olduğu şüphesizdir. 6. Türk Silahlı Kuvvetleri, terörle mücadele konusunda sarsılmaz bir kararlılığa sahiptir ve bu tür saldırılara gereken cevabı vereceği tartışılmaz bir gerçektir."

Bildirinin 7. ve son maddesiyle ilgili söyleyebileceğim tek şey ise bunun "korkunç" ve "yüz karası" olduğudur.

"7. Türk Silahlı Kuvvetlerinin beklentisi; bu tür terör olaylarına karşı, yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesidir. "

Yüce Türk milletinin karşı koyma refleksi, Trabzon'da rahip, İstanbul'da aydın, Yozgat'ta meczup, Malatya'da misyoner cinayetlerine sebep olmuşken bu çağrının kimlerin canına mal olacağını ve bu canların sorumluluğunu kimlerin üstleneceğini çok merak ediyorum.


Yorumlar