masum değiliz, hiçbirimiz...



masumiyetini yitirmiştir ya hani modern insan. samimiyet yoktur bakışlarında. çok beğendiği birşeye ya da çok sevdiği birine sanki bunu göstermek ayıpmış gibi zoraki bir olur verir ilgilenmezmiş gibi gözükerek. işte bunu hiç yapmadan söyleyeceğim söyleyeceğimi. üç maymuna bayıldım! ilk defa gittiği bir avrupa şehrinde gördüğü her şeyden büyülenen bir türkiyeli turist gibi, perdede değişen her kareden ayrı bir heyecan duydum.



annem benden çok önce izlemişti filmi ve pek beğenmediğini söylemişti bana gitmeden önce. filmi gördükten sonra hayran kaldığımı söylediğimde, beni "entelleşmek" ile itham etti. "onlar" gibi söylediklerim anlaşılmaz oluyormuş bazen, acayip şeyleri sevmeye başlamışım. hiç cevap vermeden gülümsedim sadece. çünkü benim hissettiğim mesafeli bir entellektüel beğeni değildi. basbaya büyülenmiştim filmden. günümüz insanı için bişeylerden bu denli etkilenmek ayıp birşeyken, ben ısrarla "büyülenebilme" kapasitemi muhafaza ediyorum zaten. eve elinde hediyeyle gelecek babasını bekleyen bir çocuk gibi beklemiştim perdede karşıma gelecek kareleri. tüm kasvetine rağmen anlamsız bir gülümseme oturmuştu yüzüme film boyunca. bu perdede gördüğümden duyduğum memnuniyetin yansımasıydı. belki benim gibi bir obsesif için bile çok mükemmeldi herşey. hiçbir ayrıntı atlanmamış, özensiz tek saniye çekilmemiş, fuzuli bir tek söz söylenmemiş, kimse rolünü oynamamış.



filmin derin analizlerini yapacak birileri mulaka çıkacaktır. çıkmalıdır da, zira filmin öylesine yoğun bir fikri alt yapısı var ki amlatamam. filmde üç suçlu, üç mağdur, üç kurban, üç ahlaksız, üç de çaresiz göreceksiniz. bunların hepsi topu topu 3 kişi. ama bir 4. var ki; belkide "o" en kötü, tek kötü, baş kötü. ama o da kazık yiyor diğerleri gibi. belki o da mağdur, o da çaresiz. ve bir 5. var, o şimdilik sadece mağdur. ya sonra?



Bugüne kadar Nuri Bilge Ceylan'a yönelttiğim en ciddi eleştiri onun harika bir fotografçı olması sebebiyle sinemaya intibak dönemini henüz atlatamamış olduğuydu. Önceki filmlerinde konulu bir seri fotograf sergisi havası sezinliyordum. sinemanın diline 'uzak' geliyordu yaptığı şeyler. fakat bu film ile Ceylan tam bir sinemacı olmuş. hem de 1. sınıf bir sinemacı. birçok iyi sinemacı gibi Ceylan da bu filmde suç ve ceza paradoksuyla ilgilenmiş. burada Dostoyevski'nin kulaklarını çınlatmadan geçmemek lazım. sinema perdesini bir ayna gibi kullanan ve seyircinin kendisiyle yüzleşmesini sağlayan pek çok iyi yönetmenden de faklı olarak Ceylan perdede yüzeşilecek bir silüet değil daha derin, daha ahlaki bir yansıma yaratmış. izleyeni kendi ruhuyla, tiniyle, ahlakıyla karşılaştırmış ve karakterlerin yaptığı tercihleri hiç yargılamadan olduğu gibi ortaya koymuş. ilginç olan Cannes'da en iyi yönetmen ödülünü kapan filmin içinde bir yönetmen olmaması. filmin içinde bir yönetmen yok çünkü yönetmen seyirciye alıştığı şekilde neyin doğru neyin yanlış olduğunu hikayesinin ve karakterlerinin üzerinden anlatmıyor. filmde yönetmen var çünkü filmin her karesi mükemmel bir estetik anlayış ile çekilmiş. bu filmin yönetmeni kendisine bir öğretmen rolü biçmeden basit bir sanat işçisi olmakla yetinmiş. oyunculuklar ise sıradan. sıradan insanları ancak sıradan biçimde oynayabilirsin. çünkü hayat sıradan ve herkesin kendini çok önemli hissettiği bir dünyada sıradan olmak nasıl da zor bişey. sıradan insanların, gerçek hikayeleri, kanlı canlı tercihleri, hayat mücadeleleri. bir yanı doğru diğer yanı yanlış olan bir tercihler evreni içinde bir ip cambazı marifetiyle dolanmaya çalışan ama ancak bata çıka yolunu bulan güzel insanların, hepimizin hikayesi. doğruyla yanlışın siyah ve beyaz olmadığının aslında tüm evrenin gri olduğun hikayesi. gri bir film. her saniyesi gri, kasvetli ve gerçek...


eğer içinizde "estetik beğeni" adına küçücük bir ilgi varsa gidin ve bu filmi kare kare izleyin. içinize sindirin. o güzellikten büyülenin. bir görüntü olarak onunla samimi bir ilişki kurun. acele etmeden akan görüntüler boyunca sinema perdesinin her yerinde gözünüzü gezdirin. ayrıntılarına takılın. ayrıntılarındaki basitliği, gerçekliği yakalayın. kendinizi o küçük evin içinde hissedin. raftan ucu sarkan dantel örtüyü görün. yatak odası duvarının kabarmış boyasına takılın. kurgu olduğunu bile bile kendinizi filmin gerçekliğinin içine bırakın. emin olun sizi kandırmayacak.

Yorumlar